Bu eser, İlknur Dayoğlu tarafından 2019 yılında reprodüksiyon tekniğiyle yeniden yorumlanmıştır. Orijinali, 16. yüzyılın önemli sanatçılarından Şahkulu’na ait olan bu kompozisyonun adı Arslan Avcısı’dır. Osmanlı nakkaşhane geleneğinde önemli bir yere sahip olan Saz Üslubu (Saz Yolu), doğayı hayal gücüyle birleştiren kıvrımlı, özgür çizgileri ve hayalî bitki formlarıyla tanınır. Bu eser, Saz Üslubu’nun en belirgin örneklerinden biri olarak kabul edilir.
İlknur Dayoğlu, bu eseri özellikle Saz Üslubu’nu daha yakından tanımak ve deneyimlemek amacıyla seçmiştir. Ancak çalışmaya başladıktan sonra bu sahnenin yalnızca teknik bir egzersiz olmadığını, aynı zamanda insanın iç dünyasına açılan bir kapı olduğunu fark etmiştir. Süvarinin aslana karşı gösterdiği mücadele, İlknur için insanın içindeki çelişkili iki yönü; vahşilik ile merhameti, kontrol ile içgüdüyü temsil etmiştir. Av sahnesindeki hareket ve gerilim, sanatçının ruhunda iz bırakan bir etki yaratmış, eser onun için bir içsel yüzleşmeye dönüşmüştür.
Kompozisyonda bir süvari, hareketli bir at üzerinde, bir aslana ok atmak üzere tasvir edilmiştir. Süvariyi çevreleyen yapraklar, stilize edilmiş sazlar ve kıvrımlı bitkiler hem doğayı hem de hikâyenin dramatik yapısını desteklemektedir. Şahkulu’nun geleneksel kuralların dışına çıkan özgür kompozisyon anlayışı, İlknur’un da bu sahneyi işlerken sanatın sezgisel boyutunu keşfetmesine imkân tanımıştır. Figürlerin etrafını saran hayalî bitki formları, sadece süsleme değil, aynı zamanda duyguların ifadesi olarak da yorumlanabilir.
Şahkulu, 16. yüzyıl Osmanlı saray nakkaşhanesinde görev yapmış, özellikle Saz Yolu üslubunun kurucusu ve ustası olarak tanınmıştır. Bitkileri ve doğayı klasik kalıplardan bağımsız, kıvrımlı ve fantastik bir dille yorumlaması, onu döneminin sanatçıları arasında farklı kılmıştır. Şahkulu’nun etkisi yalnızca Osmanlı ile sınırlı kalmamış; İran ve Hint minyatür sanatında da hissedilmiştir.
“Arslan Avcısı” sahnesi, klasik bir av anlatımı olmanın ötesinde, İlknur Dayoğlu’nun gözünde insanın iç çatışmasını resmeden güçlü bir metafora dönüşmüştür. Bu nedenle eser, yalnızca bir reprodüksiyon değil, aynı zamanda sanatçının kendi iç dünyasındaki ikilikleri sorguladığı, derin bir duygusal deneyimle bütünleştiği özel bir çalışma haline gelmiştir.