Bu eser, 2018 yılında İlknur Dayoğlu tarafından, İstanbul Yarımadası’nın kaybolmuş güzelliklerinden biri olan İncili Köşk’ü yeniden hayata taşımak amacıyla yapılmıştır. Tarih sahnesinden silinmiş, geriye yalnızca birkaç kırık iz ve eski bir gravür kalmış bu yapıya, İlknur Dayoğlu, hayal gücü ve sanatının sıcaklığıyla yeniden can vermiştir.
İncili Köşk, Osmanlı döneminde Topkapı Sarayı’nın Marmara Denizi surlarına nazır bir köşesinde yükseliyordu. Sultan III. Murad döneminde, Sadrazam Koca Sinan Paşa tarafından yaptırılmış ve 1590-1591 yılları arasında tamamlanmıştı. Mimarı, Mimar Sinan’dan sonra Hassa baş mimarı olarak görev yapan Davud Ağa idi. Adını, padişahın burada sergilenen değerli incilerinden ve köşkün kendisinin zarafetinden almıştı.
Bu köşk, yalnızca bir dinlenme alanı değil, aynı zamanda saray hayatının en zarif sahnelerinin yaşandığı bir mekândı. Sultan, burada denizi seyreder, sarayın has bahçesindeki alayları, cirit oyunlarını ve güreş karşılaşmalarını izlerdi. Ancak, köşk bir dönüm noktasına da tanıklık etti; III. Murad, hastalığının ilerlediği günlerde burada bulunurken limana giren gemilerin attığı topların camları titreterek kırması üzerine büyük bir korku yaşadı ve kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Zamanla, köşk 1871 yılında Rumeli Demiryolu inşaatı sırasında yıkılarak tarihin sessizliğine karıştı. Günümüze yalnızca, minyatürde iki sütun arasında resmedilen küçük bir çeşme kalmıştır ve bu çeşmenin 2023 yılında restorasyon çalışmaları devam etmektedir.
İlknur Dayoğlu, işte tam da bu kaybolmuş güzelliğin izini sürerek, bir zamanlar Marmara’nın meltemine açılan bu zarif köşkü minyatür sanatının diliyle yeniden görünür kıldı. Elinde yalnızca eski bir gravür ve birkaç satırlık tarihi bilgi vardı; gerisini sanatçı ruhu tamamladı. İlknur, köşkün mimarisini aslına sadık bir çizgide resmederken, bahçesine hayat kattı; insanları, kuşları, bulutları ve kayıklarla şenlenen denizi esere taşıdı. Böylece bir zamanlar seslerin yankılandığı, gülüşlerin dolaştığı bir dünyayı yeniden kurdu.
Minyatürde, köşk zarif kemerli girişi ve kubbeleriyle merkezde dururken, etrafı renklerin dans ettiği ağaçlarla çevrilmiştir. Gökyüzünde özgürce süzülen kuşlar ve hafifçe kıvrılan bulutlar, esere huzurlu bir hareket katmaktadır. Kıyıda dolaşan insan figürleri, saray hayatının canlılığını ve sosyal dokusunu yansıtırken; kayıklarda yapılan gezintiler suyla zaman arasındaki geçişi simgeler.
İlknur Dayoğlu’nun yorumunda minyatür sadece bir görüntü değil; kaybolmuş bir zamanın ve hissin hafızasıdır. Bu eserde de köşkün planlı yapısı ve doğanın organik canlılığı bir araya gelerek iç içe geçmiş bir zaman hissi yaratır. İlknur’un fırçası, yalnızca görüneni değil, hissedileni de resmeder; sessizce ama derinden izleyiciye dokunur.
İncili Köşk böylece, yalnızca tarih kitaplarının sayfalarında değil, bir sanatçının yüreğinde ve eserinde yeniden doğmuş olur. Ve bu eser, geçmişin yitip giden zarafetini bugünün gözleri önüne seren bir hatıra gibi, İstanbul’un solgun rüzgârında yaşamaya devam eder.